KAYIP GÜL yazarı : Serdar ÖZKAN Kayıp bir ikizin izinden San Francisco’dan İstanbul’a, güllerin ve düşlerin dünyasına uzanan gizemli bir yolculuk...
''Hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. Kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. Gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile. Bahardaki övgüler seni ne kadar yükseltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu. Havanın değişmesi yerle bir ediveriyordu seni... Oysa bir gül için bu böyle mi? Bir gül için, güz demek, yağmur demek. Güz demek, bahara hazırlık demek... Üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler. Çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. Ve bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. Senden daha güzel, daha güçlü bir tanrıça! İşte o zaman sen unutulacaksın. Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin.'' Kayıp Gül’den Alıntılar Mary – Gülünden sorumlu olmak Canım Babam,
Bugün evden ayrılmak zorundayım ne yazık ki.
Sebebini merak ediyor olmalısın...
Dün St.Exupery'nin Küçük Prens'ini uzun yıllar sonra tekrar okudum. Kitap tamamen değişmiş! Benim için kitapta değişmeyen tek şey, gülün hâlâ favori karakterim olması. Bir de tilki tabi ki! Küçük Prens'e gülünden sorumlu olmayı öğrettiği için.
Sanırım ben de bir gülden sorumlu olmanın ne anlama geldiğini biliyorum artık. İşte bu yüzden gidiyorum. Kaybolan gülümü bulmak için gidiyorum. "Başkaları gülümü çaldı mı, çalmadı mı?" Bu sorunun, hiçbir büyüğün anlayamayacağı kadar önemli bir soru olduğunu bildiğim için gidiyorum.
Beni merak etme; güvende olacağım.
Bir gün tekrar görüşmek ümidiyle...
Zeynep Hanım – Küçük adımlar Bir dağ hayal et... Zirvesindeki manzara çok güzel. Orada olmayı çok istiyorsun, ama zirveyi kendinden çok uzakta gördüğün için ümitsizliğe kapılıyorsun. 'Oraya nasıl olsa varamam,' deyip vazgeçiyorsun.
Oysa, zirveye varanların adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar, o küçük adımları birbiri ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkânsızı gerçekleştiren mucizeler değil, sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren de budur. Yirmi birinci yüzyıl insanına gülleri duyuran da...
Pervane – Karanlığa isyan Salonda uçuşan pervaneden geriye yalnızca, ince bir yanık kokusuyla tavana ışık veren lambanın üstünde belli belirsiz tüten bir duman kalmıştı. Diana, kıvrıla kıvrıla yükselen dumana bakarken, pervanenin kendini neden ateşe attığını düşünüyordu.
Karanlıktan aydınlığa kaçmasını emreden bir içgüdüye kulak vermiş olmalıydı. Işığa doğru telaşla kanat çırpması, onu çepeçevre kuşatan loşluğa bir isyandı sanki. Belirsizliğe isyandı. Işıkta eriyip gitmeyi, bir ömür boyu karanlıkta uçmaya tercih etmişti o.
Sarı Çiçek – Sevgi değil, olsa olsa beğeni Bu durumun bizi ileride büyük bir felakete sürükleyeceğini kestirememiştik o zaman. Başkalarının sevgisini kazanabilmek için yavaş yavaş kendimizi onların değer yargıları doğrultusunda şekillendirmeye başladık. Onlar gözle görünen özelliklerimize değer verdiklerinden, kokumuza özen göstermeyip dış yüzümüzle ilgilendik daha çok. Daha dik durmaya çalıştık yapay güller gibi, yapraklarımızı daha geç dökmek için çabaladık, hislendiğimizde taç yapraklarımız kırışmasın diye ağlamadık. Ve ihmal edilen kokumuz zamanla uçmaya başladı.
Başkalarının beklentisi doğrultusunda şekilden şekile giriyor, renkten renge bürünüyorduk. Büyüyün diyorlardı, büyüyorduk. Açılıp saçılın diyorlardı, açılıp saçılıyorduk. Bizi, önce görmek istedikleri gibi şekillendiriyor, sonra da sanki dünyada eşimiz yokmuş gibi övüyorlardı.
Ama aldığımız tüm övgülere rağmen, içten içe sevilmediğimizi hissediyorduk. Bizi kokumuzla ilgilenenler sevebilirdi yalnızca. Çünkü bir gülü gül yapan, kokusudur her şeyden önce. Başkalarının bize karşı duydukları his, olsa olsa "beğeni" olabilirdi.
Meryem Gülü – Kuru Gurur Hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. Kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. Gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile. Bahardaki övgüler seni ne kadar yükseltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu. Havanın değişmesi yerle bir ediveriyordu seni.
Üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler. Çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. Ve bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. Senden daha güzel, daha güçlü, daha yüce bir tanrıça! İşte o zaman sen unutulacaksın. Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin.
Simyacı, Küçük Prens ve Martı’yı sevenlerin mutlaka okumaları gereken
bir kitap."
Air Beletrina – SLOVENYA